29 Eylül 2010 Çarşamba

Onlar kelime değil şarkı

İlginç bir şey oldu bu gün paylaşmak istedim.

Kızım konuşmadan önce şarkı söylemeye başladı. Popüler şarkılar, incecikten bir kar yağar tozar Elif diye, ninniler, çocuk şarkıları... İlk şarkısı Ali babanın çiftliği idi. Şarkıyı ben söylerdim ve ister karıştırıp söyleyeyim, ister sırayla... kedi dediğimde miyav, köpek dediğimde hav, arı dediğimde vız derdi  daha yaşına varmamışken.

Bülbül gibi şakıyordu şakımasına da, hani konuşmak? Yok!

Bu gün okulda öğretmeni bir parça okumuş sonra da sınıfa sormuş "bu bir masal mı yoksa öykü mü?" diye... Elif' in parmak havada sınıf susuyor. Öğretmen söz verince cevabı yapıştırmış "öykü" diye.

Öğretmeni akşam bana sordu "biliyor mu yoksa attı da tuttu mu?" diye. Ben de Elif' e sordum. Cevap ilginçti.

- "Mış" demiyor, "du" diyor.. öyleyse öykü, masal olsa "mış" derdi...

Haydi bakalım... Günlük yaşamda olanlar öykü, olağanüstü olanlar masal diye anlat istersen. Ya da masal kipi ile öykü kipini tanımla...

Dilimizin, ve bütün dillerin şarkısı var aslında. Benim kızım konuşmaları şarkı gibi algılıyor, tonlamalar şarkı gibi, kimi zaman sevinçli, kimi zaman üzgün, kimi zaman kızgın...Şarkımızı duyan var mı?

28 Eylül 2010 Salı

İlaç tedavi mi?

Bilmiyorum...

Bütün bu dönem boyunca ilaç öneren çok oldu. Bu ilaç ne işe yarayacak, neden veriyorsunuz şimdi bu ilacı sorularıma ise hiç tatmin edici cevap almadım. Çoğu zaman sadece "sakinleşsin" diye dediler. İyi de benim kızım hırçın değil... Olsun bir sakinleşsin... Hayır sakinleşmeyecek!

Kabul ediyorum, ne yapacağını bilememek anneleri asabileştiriyor. Kolay değil kimi zaman nefes alamıyor insan. Bu durum çocuğumuza da yansıyor . O sinirli, biz sinirli... Bunu mu kullanıyorlar?

Peki bu ilaçların etkileri? Ya yan etkileri? Bir diş tedavisi yüzünden on dört gün uyanamayan çocuk? Otistik midir sahiden acaba? Anne babası, hastaneye dava açmayı düşünüyorlar ama çocuk annesinin gözüne öyle bir bakıyor ki, acaba dava açmaları gereken gerçekten hastane mi yoksa ona o teşhisi koyup o ilacı veren mi diye düşünmeden edemiyorum. Bunun bir nedeni de bir başka çocuk...

Eğitim merkezlerinden birinde rasladım ona. Dersi bitmiş, annesi öğretmenle konuşurken bekleme odasına girmişti. O sırada kızım ve ben oyun oynuyorduk. Nasıl güzel bir çocuk... Yanıma geldi, ben de kucağıma aldım. "Sen de oynamak ister misin?" diye sordum gözlerine bakarak, başını salladı ve üçümüz oynamaya başladık. Birbirimizi gıdıklıyoruz, burunlarımıza biiip yapıyoruz... Derken odaya annesi girdi, ilaç vakti dedi ve çocuğun ağzına ilacı atıverdi. Beş dakika içinde o gülen oynayan çocuk gitmiş, donuk bakışlı bir robot gelmişti.

Otizm teşhisi konmuş, ilaç verilmiş, ilk ilaç epilepsi benzeri yan etki yapmış, yanına başka ilaç vermişler. O da denge ve odak bozukluğu yapmış yani kapıdan geçemiyor, pervaza çarpıyormuş. Bu üçüncü ilaçmış. IQ su 200' ün üzerindeymiş ama Einstein olsa ne olurmuş ki? Otistikmiş işte... Annesi ne günah işlemiş de tanrı bunu başına vermiş...

Daha fazla dinleyemedim. Kızımın elini tuttum ve orayı terk ettim.

Çocuklarımız tanrının bize verdiği cezalar değil, onlar bize hediye.. Sabrımız, sevgimiz, verecek emeğimiz, ayıracak zamanımız yoksa zaten çocuk bizim neyimize?

Ne yaptınız siz bu çocuğa?

Okulun ilk günü akşam üzeri aldığım tepkiydi bu. İyi anlamda allahtan :)

Uzun bir yaz tatilinin ardından geçen yıla göre çok daha bıcır bıcır, çok daha kendine güvenli, çok daha katılımcı oldu kızım.

Sevgi, sabır ve emek diye söyleyip duruyorum ya, meyve işte böyle olgunlaşıyor. Sadece benim sevgim, benim sabrım ve benim emeğimle değil, onun da sevgisi, sabrı ve emeği ile...

Yaz boyunca büyük bir disiplinle her gün 1.5-2 saat ders çalıştı, kitap okudu, test çözdü, öykü tamamladı... Bu yılın müfredatının temellerini öğrendi. Bilgi güç getiriyor, kendine böyle güveniyor. Yeterli olduğuna inanınca da kendini korkmadan rahatça ifade edebiliyor. Sabırla, sıkmadan, oyunla karıştırıp egzersiz, egzersiz egzersiz yani...

"Bu yıl ne verirsem anında cevap alıyorum" dedi öğretmenimiz. Helal olsun sana kızım, aferin sana...

17 Eylül 2010 Cuma

Bizi tanıştırır mısınız?

İşte size sihirli bir cümle :)

Bu soruyu sormak çok sonra aklıma geldi ancak "tabii olur hemen telefon açayım" diyen de çok az...

Terapistlerden söz ediyorum. Çocuğumuz için bir şeyler yapmasını beklediğimiz herkesi izledik. Hem kızımızın hırpalanmakta olduğunun farkında olarak hem de her ne yapılıyorsa belki geliştirebiliriz diye. Öyle ya gittiğimiz yer ders bitti zil çaldı denilen sınıf değildi. Bizim de evde yapmamız gereken ev ödevlerimiz olmalıydı. Bu maceralar sürerken uygulanmak istenen "tedavi" kimi zaman bizde alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Örnekse ilaç tedavisi yapmak, oksijen vermek gibi... O zaman  "bu yöntemin başarılı olduğu başka vakanız var mı?" diye sorduk. Tahmin edebileceğiniz gibi cevap hep olumluydu. Peki bizi tanıştırır mısınız? İşte o zaman Nesrin Topkapı' ya taş çıkaran figürler izledik. Biz arkamıza bakmadan uzaklaştık, onlar da neden devam etmediğimizi hiç sormadılar. :)

Bundan sonra pek sık yazamayabilirim. Pazartesi günü okullar açılıyor. Tam zamanlı annelikten yarı zamanlı ev öğretmeni durumuna geçmem gerekiyor. Soru olur ise bilebildiğim kadarı ile, deneyimlerim ile cevaplamak mutlu eder.  

8 Eylül 2010 Çarşamba

Öööö geldi hem de çifte çifte...

Sabır tek başına gelen bir kavram değil, yanında tam zıttını sabırsızlığı da getiriyor. Bir bakıyorsunuz bir gün dev bir adım atılıyor, arkasından zınk diye yerinde çakılıyor hatta kimi zaman bir önceki adıma geri dönüyor. Sabırsızlanıyor hatta öfkeleniyorsunuz ancak bunu aksettirince işler iyice karışıyor. Ondan çok benim terapiye ihtiyacım var diye düşündüğüm o kadar çok an oldu ki..

Doktordan, psikiatrdan, pedogogdan, terapistten nefret edecek hale geliyor, her seferinde bir daha adım atmam diye yeminler ediyor yine de önerileri kulak ardı edemiyorduk. Bu arada bir de ÖÖG maceramız oldu.

İlk yarının sonunda öğretmenimiz "ne olur biri daha görsün ben de iletişim içinde olayım, belki bana yol gösterir" deyince akan sular durdu. Tavsiye üzerine düştük Ankara yollarına. Bu sefer karşımıza "Özel Öğrenme Güçlüğü" çıktı. Yani??

Yani standart olmayan herkes Özel Öğrenme Güçlüğü olabilir. Öğrenme önceliği farklı olan, çok zeki olan, acemi olan herkes. Teşhis peşindeyiz, etiket peşindeyiz ya, illa kategorize edeceğiz ya, bir kutuya hapsedeceğiz ya... Sinir bozukluğu ile çocuklar açısından bu kategoriye "ÖZGÜR ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ" adını vererek çıktık. Hala ne yapacağız sorumuza cevap yoktu. "Teşhisi koyduk biz rahatladık bundan sonrası sizin sorununuz" yaklaşımı devam etmekteydi. Ayrıca zaman gösterdi ki teşhis de doğru değil.

Bu sırada 1. sınıflar için bir kitap buldum. Okuduğumuzu Anlayalım... Tek cümle veriyor, sonra o cümleyle ilgili sorular soruyordu kitap. 15-20 sayfa sonra cümle sayısı ikiye çıkıyor, sonra üçe, dörde derken bir paragraf, iki paragraf...

Neden olmasındı, ne kaybederdim? Konuşurken bir cümle, arkadan iki soru.

- Elif bak yeşil gözlü kara bir kedi geçti.

- Ne geçti kızım?

- Kedi geçti.

- Gözleri ne renkti?

- Yeşil.

- Tüyleri ne renkti?

- Siyah.

- Yani kara!

- Ne gördük biz, ne oldu demin?

- Kara kedi geçti, gözleri yeşil.

- Tanrım şükürler olsun!

Şimdi okullu olduk...

Anlatmak istediklerimi aklıma geldikçe yazıyorum aslında, kronolojik sıra izleyerek değil, ancak haftaya 1. sınıflar okula başlayacak. Biz de ilk deneyimlerimizi sizinle paylaşalım istedim.

Öncesi bütün yaz "büyüdü artık bizim kızımız, aman da okula da başlayacak, okuma yazma öğrenecek, abla kız olacak" dolduruşlarıyla geçti. Elif hanım tutucu, yuvadan ayrılmak istemiyor... Okula gitmekten korkuyor.. Derdini tam anlatamadığından o panik, biz panik... Bir gün okulunu görsün tanısın diye okula götürdüm. Girdi, gezdi, sınıfının yerini, tuvaletin, yemek salonunun, kantinin yerini öğrendi. Çıtı çıkmıyor... Yolda arkadan bir ses geldi "Hedwig nerde kalıyo?"

Meğer Harry Potter gibi okula gidecek ve orada kalacak, bizden ayrılacak diye korkarmış.

Uzun uzun anlattık elbette, sabah servise bineceksin, okula gideceksin, orada arkadaşlarınla birlikte okuma yazma öğreneceksin, oynayacaksın, akşam da servise bineceksin eve geleceksin.

Yine de ilk gün pek kolay ayrılamadık. 2. gün de öyle... 3. gün kendi başına servise binip okula gidince kendini pek büyümüş hissetti. Bir hafta sonrasına kadar sadece...

İkinci hafta salı günü zil çalınca öğretmeni "Elif hadi sınıfa" demiş. Cevap "Ben gelmek istemiyorum!" Öğretmenimiz de yeni okula başladı, üzülmesin, ağlamasın diye ısrar etmemiş. Bir ders boyunca okulun içinde görevli eşliğinde gezmiş bizim küçük hanım. Kriz çarşamba günü patladı. Öğlen yemekten sonra çanta omuza alınmış ve "servis gelsin ben gidiyorum" buyurulmuş. Nuh diyor peygamber demiyor, sınıfa sokmak mümkün değil. Telefon açtılar...

Şunu söyledim. Tutun kolundan ve "Gir bakayım sınıfına.. Hemen!" diye sokun sınıfa. En fazla beş dakika ağlar ama bugün bunu yapmazsanız bir daha sınıfa sokamazsınız...

Tanrıya şükür öğretmenimiz gözü, gönlü, kulakları açık dünya tatlısı bir insan. Olumlu ilgi, olumsuz ilgi ayrımını da biliyor. Çoğu "sorunun" konuşmamaktan değil ilgi çekme isteğinden kaynaklandığını, meselenin öğretmeni arkadaşlarla paylaşamamak olduğunu çözünce sorun çözüldü. Aslında burada çoğu kilidi açan sözcük "normal". Konuşmayan, geç konuşan çocuk "anormal" değil, son derece normal artık. Normal davranmak her basamağı tırmanmayı çok daha kolaylaştırıyor.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Kitap ve tuvalet fırçası yanyana buzdolabında duruyor...

Artık hangisiydi hatırlamıyorum uzmanlardan biri, okul öncesi Elif' in kavram ve kelime bilgisini ölçmek istedi. O ünlü kart kutuları çıktı ortaya ve "bu ne" soruları başladı. Hanımefendi gayet rahat sayıyor... O tren, tramvay, metro, yolcu gemisi, kuru yük gemisi, tanker, motoryat, kayık, yelkenli,  araba, yarış arabası, üzgün çocuk, korkmuş çocuk, sinirli çocuk, mutlu çocuk, sevinmiş çocuk, ağlamış susmuş çocuk... Detay detay ve detay.. Sonunda soracak kart kalmadı. Uzman şaşkın ben şaşkın... Ölçüm sonucu 10-11 yaş düzeyinde kelime ve kavram biliyor fakat bir türlü bir araya getiremiyor. Nasılsın? diye sorulunca cevabı basit bir iyiyim ya da hastayım değil "antibiyotik" oluyor. Ben hasta olduğunu antibiyotik almaya başladığını anlıyorum ama gel başkalarına anlat...

Sonra yine yol göründü bir eğitim merkezine, orada da her şey sil baştan, testler testler... Sonunda işe yarar bir durum belirlemesiyle ve öneriyle karşılaştık. Konuşsun diye can attığımızdan her şeyi ama her şeyi tüm detayları ile söylemişiz. Gemi dememiş, yolcu gemisi, kuru yük gemisi demişiz ve o da bunları kaydetmiş elbette. Şu var ki ilişkilendirmeyi becerememiş. Gemi üzerinde çok çok konuşmadan ağaçlara geçmişiz. Gemi ile meşe ağacı yanyana konmuş zihinsel bir rafa. Bu durumda haliyle tuvalet fırçası ile kitap da buzdolabı rafında yanyana... Aradığı sözcüğü bir türlü bulamıyor benim yavrum.

Sebze-meyve kategorileriyle kafa içindeki rafları düzenlemeye koyulduk.

- Elif' cim elma neydi?

- Apple!

- Hayır kızım sebze mi meyve mi?

- Meyve!

- Hah! Ohhhh!

Buradan başlayarak kelimeler ilişkilendirilmeye ve yerlerine oturmaya başladı. Ama çok yavaş, sabırla... Oyuncak ve kitaplar, etten mi sütten miler, kara taşıtları deniz taşıtları.. Çeşitlendirin çeşitlendirebildiğiniz kadar. Yalnız lütfen aynı gün değil. Sabırla, yavaşça, oynayarak...

Bu arada okula da başladı... Hayır bir özel eğitim kurumuna değil bildiğiniz ilkokula...

5 Eylül 2010 Pazar

Ya alay ederlerse...

Çocuklar alay etmezler rahat olun... Anneler ve nadiren babalar alay ederler. Bunun nedeni de sizin çocuğunuzun geç kalmış olması olmaz. Kendi mutsuzluklarını, kendi eksikliklerini tedavi etmek için "anormal" görürler ve çocuklarına da bunu öğretirler. Bizim çocuklarımız ise kendilerinden beklenmeyecek kadar dayanıklıdır bunlara. Alaylara hiç aldırmadıkları gibi, bir de o alay etmeye kalkanları "yazık ya o da böyle işte" diye karşılarlar.

Kızımız ile ilgili başlangıçta biz de çok endişelendik, özellikle yuvaya başlarken. Şansımıza İstanbul' dan ayrılma imkanı doğdu kısa bir süre sonra. Orta boy bir kasaba, belli bir şeklin peşinde olmayan insanlar, bizim çocuk da geç konuştu konuşur canım merak etme demeler ve gayet doğal ilişkiler kızımızı koşar adım ileri götürdü.

Dün gece 4 yıl önceki halini izledim... :) 4 yılda ne çok yol almışız. Anlamını bilmeden ezberlenen şiirlerden sohbete gelmek kolay olmadı. Oluyormuş ama... oluyor... inanın buna, sadece sevgi ve emekle gayet güzel oluyor.

Benim gözlemim geç konuşan çocuklar kendilerinden büyükler ve küçüklerle iletişimi çok daha kolay kuruyor. Küçükleri asla incitmiyor, kol kanat geriyor, büyüklerle de uyum içinde oynuyor. Titizlendikleri, huysuzlaştıkları noktalar sadece dertlerini anlatmakta yetersiz kaldıkları noktalar oluyor. İşte burada siz giriyorsunuz devreye. Onu anlayan ne demek istediğini bilen siz iseniz önce tercüme ediyor, sonra da söylemeyi öğretiyorsunuz. Bunu yaparken ensesinde gölge olmayın ama. Bırakın o rahat rahat ilişki kursun. Bir şey ters gittiğinde çocuklar nasılsa geliyorlar size.

Elif' in en yakın arkadaşı komşumuzun kızı Beyza idi. Beyza Elif' ten 5 yaş büyük... ama olsun Elif takıldı peşine. O da sağolsun hiç incitmiyor... Bir gün merdivende oturmuşlar, Beyza siteye yeni gelen Aslı ile sohbet ederken Elif ağlamaya başlamış. Beyza uğraşmış susturamamış. Ne olduğunu da anlamamış. Elif' i elinden tuttu geldi. Meğer bizim kızımız Aslı' yı kıskanmış. O Beyza bıdı bıdı, ben yok... Anladınız değil mi demek istediğini :)

3 Eylül 2010 Cuma

Kırmızı neydi? Red!

Elif' in konuşmasını sağlamak için onlarca kitap okuduğum, çılgın gibi "eğitici" oyuncaklar, çizgi filmler vs aldığım günlerde masanın başında kızım bak bu kırmızı, bu yeşil, bu sarı... Uğraşıp duruyordum.  I-ıh ağızdan tek söz çıkmıyordu...

Yavrum bu ne renk? Çıt yok... Deli olmak işten değil, konuş be çocuk diye kollarından tutup sarsası geliyor insanın, bak çikolata vericem... Tınmıyor bile...

Derken yuvaya başladı. Konuşmuyor ya, nasılsa laf da anlamıyor yuvanın içinde canı hangi sınıfa isterse gidiyor onlarla birlikte oluyor. Bu arada her ihtiyacını da kendi hallediyor. Susayınca gidip su içiyor, tuvalete kendi gidiyor hatta acıkınca mutfak tezgahına tırmanıp bulduğu yemeği bir güzel silip süpürüyor...

Bir gün bu serseri mayın haliyle 6 yaş gurubunun ingilizce öğrendiği sınıfa giriyor. Hayatında ilk kez o akşam elinde kırmızı kalemi yanıma geldi.. Kalemi uzattı ve aynen  şu cümleyi kullandı. Kırmızı neydi? Red! Red! ve yeşil kalemi uzattı Yeşil neydi? Green! Green! Böyle böyle bir hafta içinde 25-30 ingilizce kelimeyi türkçesi ile birlikte öğrendi. Biz de yaşasın başlıyor artık çığlıklarıyla doktora yollandık.

Prof. Dr. Aysel Ekşi ile aramızda şu konuşma geçti:

- Sen bu çocuğun ingilizce konuşmasını istiyor musun?

- Hayır!  Ama red demeden kırmızı demedi cadı...

- Bak yavrum, çocuk olumlu ilgi, olumsuz ilgi ayırd edemez. Onun derdi ilgidir. Sen ingilizce konuş demediğin için ingilizce başladı işe. Konuşma konusunda çok üzerine düşüyorsun. İlgini çekmek için bir şey yapması gerekmiyor, yapmaması yetiyor. Sen yine onunla oyna, sev okşa ona ilgi göster ama konuşsun diye bir süre bir şey yapma. Bak bu su, bu ekmek demeyi bırak artık. Gözleyelim bakalım ne olacak.

O gece çoktandır yapmadığımız yapamadığımız bir şeyi yaptık. Soframızı kurduk ve Elif' e hiç bakmadan, onu sofrada konuşturmaya çabalamadan karı koca sohbet ederek yemeğimizi yedik.

Gecenin bir noktasında yanımdan minik bir ses yükseldi.. Eppek veyiy misin? Ih ıh değildi artık. :)

O günden sonra bütün o nesne kartlarını kutulara doldurdum. O elinde kartla gelip bu ne diye sormadan da dönüp bakmadım.

2 Eylül 2010 Perşembe

Paranoyak mıyım?

Olabilir.. Bu aklıma gelen başıma gelmeyecek anlamına gelmiyor. Ne konuda şimdi onu anlatayım.

Özel eğitim giderlerini devlet karşılıyor. Yani ister geçici, ister sürekli özel eğitim ihtiyacı duyuyor iseniz, gidip rapor alıyorsunuz, bu rapor onaylandıktan sonra haftada iki ders saatinin parası devlet tarafından seçtiğiniz kuruma ödeniyor. Buraya kadar her şey harika. Sosyal devlet, devlet kurumunda veremediği eğitimin parasını özel kurumlara ödeyerek size destek oluyor. Bu kurumlarda sadece sorunu geç konuşmak olan çocuklar değil, down sendromu olanlar, otizm teşhisi konanlar, hiperaktif denilenler ve daha bir çok " sorunlu" çocuk eğitim alıyor.

Peki ben neden tedirginim, allahtan belamı mı istiyorum?

Bu ödemeler çocuğumuzun vatandaşlık numarasıyla yapılıyor. Bir nedenle sisteme girdiğinizde bu çeşitli kayıtlara geçiyor. Peki yarın öbür gün her şey yoluna girdi.. bu kayıtlar siliniyor mu? Soruşturdum... kimse bilmiyor ya da söylemiyor. Peki ben bu kurumların bu bilgileri başkalarına vermediğinden nasıl emin olacağım?

Olamadım. O yüzden gücüm yettiğince ödememi kendim yaptım. Tercih elbette sizin. Ben paranoyamı sizinle paylaşmak istedim.

Modaya uyduk biz de otistik olduk

Kızımızın konuşmama sorunun başladığı dönemde radyolarda, televizyonlarda, gazetelerde hatta reklamlarda bir otizm salgını vardı. Tamam kabul ediyorum erken teşhis önemli, kabul ediyorum buna karşı kurulmuş eğitim kurumları çok yararlı ve önemli, kabul ediyorum farkındalık yaratmak da çoook önemli... Ve soruyorum kaç çocuğun ve kaç anne babanın hayatı  kötü niyetle, bilgisizlikle, yanlış veya yanıltıcı teşhisle berbat edildi?

10 dakikalık birlikte olmanın sonunda "bu otistik" diye tanı koyana uzman mı deniyor? Araştırıp, öğrenip, başka görüşler alıp aynı uzmana gidilip "ben sana otizmi bir anlatayım, anlaşılan sen bilmiyorsun" dendiğinde "otizm çok geniş bir yelpaze, bu bu yelpazenin neresinde ona bakarım" diye bir de hatada ısrar eden nasıl hala meslekte kalabiliyor?

Kalabiliyor, olabiliyor.

Otizmin olmazsa olmaz üç belirtisi var ve bu bile yeterli değil teşhis konması için. Yine de bu üç belirtiyi yazacağım. Aklınızda bulunsun. Lazım olacak...

1. Çocuk asla göz teması kurmaz.

2. Dokunmaz.

3. Dokundurtmaz...

Kızım hep gözlerimin içine bakarak büyüdü, en sevdiği şey sarılıp okşamak ve okşanmak. Bu nasıl otizm?

Burada doktor adı vermek istemiyorum ancak elleri öpülesi bir doktorun adını anmadan geçemeyeceğim. Prof. Dr. Aysel Ekşi... Size bütün bu otizm modasına uyanlardan kurtulmamızı sağladığınız için ve çok yerinde önerileriniz için minnettarım.

Doğru mu yapıyorum, işime geleni mi seçiyorum?

İşte size cevabı olmayan bir soru. 2-2.5 yaşında hala Elifçe konuşurken doktorunun dört yaşına kadar telaşlanmayın sözü üzerine sakin kalmak doğru muydu yanlış mıydı? O kadar insanın, uzmanın söylediklerinden sadece kendi işime gelenleri mi seçtim? Bağrıma taş basıp kimi şeylere olur deseydim her şey daha önce ve daha kolay mı hallolurdu? Bilmiyorum. Bildiğim ve doğru yaptığıma emin olduğum şeyler var ama...

Bunları paylaşırken kimi doktorlar, uzmanlar "hepimizi aynı kefeye koyma" diyebilirler. Koymuyorum zaten. Yalnız bir soru sormadan da geçemeyeceğim. Dönün kendinize ve çevrenize bir bakın lütfen. Hırsızın hiç mi suçu yok?

Yukarıdaki sorular beni kemirip dururken en büyük desteği kocamdan aldım. Evet kararları birlikte ve tartışarak aldık. Çılgın gibi araştırma yaptık. Kimi zaman o benim önerime olur dedi, kimi zaman ben onun önerisine olur dedim. Hep yanyanaydık ve birbirimize ve en önemlisi çocuğumuza olan sevgimiz ve ilgimizi hiç kaybetmedik. Birbirimizi dışlamadık, birbirimize fatura çıkarmadık.

Bunu şimdi paylaşmak istedim. Zor bir yola çıkmıştım, yenmem gereken düşman çocuğumun sorunuydu, moda teşhislerin doğru olup olmadığını araştırmam, doğruyu bulmam, doğru yardımı almam gerekiyordu. Yanımda o olmasa dayanamazdım. Teşekkür ederim aşkım.

Anlasan bir dert, anlamasan bin dert..

Dışarıdan bakanlar için, alınmazlar inşallah ben onlara hariçten gazel okuyanlar diyorum, "anlama şunun her dediğini" cümlesi o kadar kolay kuruluyor ki... Bir de çocuktan söz ederken bu ve şu kelimelerini kullanmak... Sevgili doktorlarımız, pedogoglarımız, terapistlerimiz ve çevremiz hatta kimi zaman biz, çocuk sanki bir eşya, bir ev hayvanı gibi "bu" ve "şu" ifadelerini kullanıveriyoruz. Genel ile aynı dili konuşmayan anlamıyor da sanıyorlar. Öyle ya anlasa konuşur! Bir de çocuğa bağıra bağıra laf anlatmaya çalışanlar var sanki işitmiyor gibi. Kaç kişiyi uyardım acaba? "bağırmayın kızım sağır değil, sadece konuşmuyor" diye.

Bubiso sözcüğünün bana soğuk bir su ver anlamına geldiğini başkaları öğrenmek istemeyebilir. Hatta bunu dehşet bir sorun olarak görüp çocuk "su ver" diyene kadar onu ağlatma yolunu seçebilir. Hatta bunu konuşma terapisi olarak gören profesyonellerle de karşılaşabilirsiniz. Çocuğunuz susuzluktan kendini yerden yere atmadan, vazgeçin.

Anlaşılmamak çocuğumuzu anlaşılır konuşmaya yönlendirmiyor, en çok anlaşılmaya, sormaya, sevgimizi hissetmeye ihtiyacı olan dönemde yalnızlaştırıyor ve içe kapatıyor. Bu hasarı nasıl tamir edeceğiz? Kimsenin umurunda olmayabilir biz umursarız, umursamalıyız. Çocuğumuz bir saatin sonunda "bu bitti yenisini gönderin" denecek bir iş malzemesi değil bizim için. O bizim canımız. Önce sakin olmayı sakin kalmayı öğrenelim. Biliyorum çok zor, ben de yapamadım. Ama zaten ben buraya "hep doğru yaptım nasıl konuşturdum çocuğu" demek için yazmıyorum, yanlışlarımı da paylaşmak istiyorum. İtiraf ediyorum "su ver" demesi için kızımı ağlatan bendim. Sonradan bunu yapmaya çalışan terapistler de oldu ama :)

Konuşuyorlar aslında ama kendi dillerinde..

Kızım 18 aylıktı, akşam yemeğini hazırlarken "Hadi kızım çağır ağabeyini yemek yiyeceğiz" demiştim ve merdivenin başından ağabeyine şöyle seslenmişti.

Agi magi... Hop aşa! Mama mama...  "Abi aşağı gel, yemek yemek" demek. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum biz "yemek yiyoruz". Eeee ne yiyeceğiz? Kendinizi çocuğunuzun yerine koyun. Biz mamayı mamalıyoruz. Yani mama mama..

Çocuğumuzun bu döneminde o kadar iç içe oluyoruz ki farkına varmadan biz de bu dili konuşmaya başlıyoruz. Şimdi dönüp geçmişe baktığımda fark ediyorum ki biz kızımla her zaman konuşmuşuz. Ama... hangi dilde? Çamaşır asarken, ya da bulaşık makinasını boşaltırken son derece melodik "almaya geldi nomuş... ba bu ayım" cümlelerinin Calgonit reklamından aşırma... "İnanmıyorum tertemiz olmuş, ben bunu alırım" demek olduğunu, hava alanına giderken "Uçağa binelim mi kızım?" sorusuna şomana... fiyofu cevabı alındığını ve bunun "shop and miles the original" anlamına geldiğini anneler gayet güzel anlıyor ve iyi ki de anlıyor...

Tinkirte tekir kedi, mauga domates vs... Elbette her çocuk yeni konuşurken böyle bir dil geliştiriyor, bizim sorunumuz bu dili kullanmakta ısrar etmesi.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Susamadım

Çünkü bu gece bir miniğin, bir annenin gözlerinde yaşlarla, yumruğunu yastığa vura vura uymasını göze alamadım.

NE YAPACAĞIZ MADDE 1:

O çocuk bizim çocuğumuz, dünyada bizden başka kimsesi yok. Tek yol göstericisi tek güvendiği biziz. Tokat atsak bize sarılıyor çaresizce... Öyleyse yastığı yumruklamak yerine koynumuza alacağız önce. Ensesini koklayarak şükredeceğiz sarılabildiğimize, kulağına "seni seviyorum" diye fısıldayacağız içtenlikle.

Seni seviyorum ve seni asla bırakmam. Sen benim bir tanemsin. Canımsın... Kuzumsun...

Mis kokusunu koklayarak rahatlayıp uyuyacağız birlikte. Yarın yeni bir  gün ve unutmayın yalnız değilsiniz. UNUTMAYIN konuşuyorlar :) Kendinizi rahatlatın önce.. Seneye okula mı başlayacak? Dert değil başlar. Siz yanında oldukça ona bir şey olmaz. Siz yanında mısınız?????????

O zaman ona bir şey olmaz!

Yoruldum!

Yaşadıklarım yorucuydu, Hatırlamak da öyle.. Anlatmak için toparlamak da oldukça yorucu. Azıcık sabır... İnşallah bu gece yakalamamışsınızdır beni. Yarına kadar.. Hoşçakalın.

Ne oldu da yazmaya karar verdim?

Çok sevgili bir çocukluk arkadaşımın da benim yaşadıklarımı yaşamaya başlayacağını fark ettiğimde kendi çaresizliğimi hatırladım.

Hep nedenler önemliydi. "Hamileyken sigara içmişsin ondan, yaşadığın yerin yakınında baz istasyonu var ondan, çocuğa fazla klip izletmişsin ondan, birbirinize çok düşkünsünüz azıcık çocuğa baksaydınız ondan, anne babanın yaşı toplam 60' ı geçmemeli ondan, hamileyken çok balık yemişsin çocukta kurşun birikmiş ondan, çocuk otistik ama yelpazenin neresinde ondan, fazla zeki ondan, çok üzerine düşüyorsun ondan, bakıcı canına okumuş ondan, her şeyi çok fazla vermişsin aklı karışmış ondan..." 

Kendimi, kendimizi suçlamamız için, çocuğa ilaç vermekten, oksijen tedavisi uygulamaktan neredeyse kurşun dökmeye varacak saçma sapan deneysel ve kimse kusura bakmasın ama aklı karışmış neredeyse kafası kesilmiş tavuk gibi koşturmaya neden olacak hale getirilmiş, "konuş lan bebe yoksa ben seni konuşturmayı bilirim" sinirinde bir anne babayla, çaresiz bir minik... Üstelik o da derdini anlatamadığı için sinir içerisinde.. Her işini kendi yapmaya çalışıyor.. Davranışlarını, istediklerini bir tek siz anlıyorsunuz ve "normal"lerin yanında hem eziliyor hem de dik durmaya çalışıyorsunuz.

Neydi sloganımız? :)

NEDENLERİ BOŞVERİN! BİZ ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Hayaller hayaller...

Toparlamak çok zor, başlar başlamaz sonunu getirmek mümkün değil. Üstelik sadece kendime konuşuyorum şimdilik. Eeee ne yaptın? sorusuna da şimdi cevap veremiyorum çünkü toparlamak gerçekten kolay değil.

Kızım yedi aylık bebekken, o pusette iken yeni yıl geliyordu, her yıl eve kurulan noel ağacına bir iki ek süs almaya gitmiştim bir alışveriş merkezine. Bir kız çocuğu ki.. en fazla iki yaşında.. annesine "anne bunlayı da alabiliy miyiz" dedi. Gülümsedim. En çok iki yıl var bu sohbet için diye düşündüm. :) Oysa 7 yıl vardı daha... Her yazının sonuna eklemem gerekecek....

NEDENLERİ BOŞVERİN! BİZ ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Biz kaç kişiyiz?

Şundan emin olun çok kişiyiz.

Garip bir şekilde arttı sayımız. Biliyorum aklınızda "NEDEN, NEDEN BENİM ÇOCUĞUM, BEN NEREDE YANLIŞ YAPTIM" soruları var. İlk öneri.. unutun bunları, çocuğunuzun tıbbi araştırmalarda istatistiksel kayıt olmasının bir önemi yok. Asıl soru "BEN ŞİMDİ NE YAPACAĞIM" olmalı.

Bu noktada şunu belirtmeliyim, ben ne çocuk psikiatrı, ne pedogog, ne de konuşma terapistiyim. Ben sadece ve sadece anneyim. Çocuğunun belki çok talihsiz bir şekilde bir çarkın içine çekilmeye çalışıldığını gören, genellemiyorum ama çocukların üzerinden para kazanan dehşet büyük bir endüstrinin varlığının farkına varan, ilaçlanıp kavanoz gibi raflara dizilen çocuklara kahrolan bir anneyim yalnızca.

Hiç birinize tıbbi yardım almayın, çocuğunuzu sakın doktora, eğitime götürmeyin demiyorum. Söylemek istediğim sadece paniğe kapılmayın, koşulsuz teslim olmayın, okuyun, araştırın, aklınızın ve kalbinizin olur demediği hiçbir şeye evet demeyin. Çocuklarımız denek değil. Psikosomatik ilaçların bebek kullanıcıları değil.

Sevginizi, sabrınızı, emeğinizi ve kimi zaman kızgınlığınızı esirgemeyin. Unutmayın onlar olması gerekeni değil annelerini istiyorlar.

Başlarken

On yıl önce bu günlerdi bebeğime hamile kaldığımda...

38 yaşımdaydım, ilk doğumum olacaktı, elbette çok risk vardı. Çok istenen bir çocuktu, ve  dünyanın tüm bebeklerini bana sunsalar sadece ve sadece onu seçerdim... hala tek tercihim o...

Bu blog kızımız ile bizim öykümüzü, yaşadıklarımızı dilimizin döndüğünce, hatırlayabildiğimizce paylaştığımız bir blog olacak.

Elif yaşıtlarına göre çok geç konuştu. Bizi, tüm ailemizi ve dostlarımızı telaşlandıracak kadar.. Yol gösterenimiz, "akıl verenimiz", teşhis koyanımız, nedenler hakkında ahkam kesenimiz çok oldu da, ne yapacağımız konusunda söz söyleyenimiz pek olmadı. Karanlıklar içinde el yordamıyla yürüdük çoğunlukla.

Bu gün eğer bu bloğu okuyorsanız, büyük ihtimal "geç konuşan çocuk" diye bir arama yaptınız. Deneyimlerimiz umarım yardımcı olur.

İçiniz rahat olsun sonunda konuşuyorlar :) yalnız unutmayın kırmızı hap, sihirli değnek yok... İlla arıyorsanız birinin adı emek, diğerinin adı sabır... Sevgi suyuyla her gün ve 24 saat alınacak.

Kolay gelsin hepimize :)